27 Eylül...


(orada bir yerlerdeyim ben de, görebilene ne güzel)


   Nedir usta 27 Eylül? Tarihte o gün meydana gelen birçok olay olmasına rağmen benim için hayatımın konserinden başka bir anlam ifade etmiyor artık. Tabi ki de Pentagram konserinden bahsediyorum. Aynı sene içinde Iron Maiden'ı da izlemiş biri olarak Pentagram'ın enerjisinin bambaşka olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Sahnede böylesine devleşmek herkese nasip olmasa gerek. Ayrıca bu yazıyı yazarken kendimi bloglarına yazı yazan belibırlar gibi hissetmiyor da değilim.

   Konser öncesi: Nikki Wild
   Çoğu konserden önce kimin konseri olduğuna bağlı olarak bilgisayarda belli bir çalma listesi oluşturulur, izleyiciler beklerken sıkılmasın diye bunlar dinletilir, ayarlanmışsa bir ön grup çıkarılır. Ama bu konserde olay apayrıydı. Hayatımda görmüş olduğum en iyi DJlerden biri olan Nikki Wild'ın olağanüstü performansı daha konser başlamadan bizi alıp götürmüştü. Önceden tanıma imkanı bulamama rağmen artık bir yerde sahneye çıksa da gitsem diye gözler oldum.

   1000 in the Eastland
   Hakan Utangaç'ın kulisten geliş yolundayken "Hakan babaaa" seslenişime kayıtsız kalmayıp bana selamını eksik etmemesiyle konser daha bir coşkulu başladı benim için. Efsane, konsere 1000 in the eastland'la başladı ve adeta yer yerinden oynadı o anda. Artık tam bir rüya gibiydi her şey. Gittiğim onca konser artık önemsizdi bu performans karşısında. Sahnede yücelmişlerdi adeta. Sabah akşam Pentagram'la yatıp kalkan ben için başka hiçbir şey önemli değildi o an. Konser öncesi zaten hastalıktan kısık olan sesimi ne kadar süre kullanamayacağımı önemsemeden bağıra bağıra söylüyordum şarkıları. Sahnede babalar vardı usta nasıl durabilir ki insan söylemeden. Şarkı arasında kısa bir sessizliği yakalayıp çıkmayacak hale gelen sesimle "Tarkaaan" diye bağırdım. Ondan da karşılık aldıktan sonra adeta çılgına dönmüştüm. Hastası olduğum şarkılar ardı ardına söyleniyordu söylendikçe çıldırıyordum. Olağanüstü muazzam bir performans sergileniyordu, efsaneyi canlı canlı bu kadar yakından izlemek apayrı bir keyifti. Cenk Ünnü'yle birlikte "biber gazı oley" diye bağırmanın tadı ise apayrıydı.

   Gökalp Ergen
   Dinlediğim ilk andan itibaren mükemmel bir sese sahip olduğu konusunda hiçbir şüphem yoktu. Ama o gün öylesine bir performansı vardı ki, usta sen ne büyük adamsın diyip önünde eğilesim geldi. Unspoken, Beyond Insanity, Sand, Wasteland, Lions in a Cage... Her birinde olabilecek en iyi performansı sergiliyor, sahnede adeta imparatorluk kuruyordu. Murat İlkan'dan sonra hala Gökalp'e alışamayanları anlamakta güçlük çekiyorum. Murat İlkan'a gram laf etmem edemem de zaten ama Gökalp takdiri sonuna kadar hak ediyor. Ah be bir de sizle bir fotoğraf çektirebilseydim daha ne isterdim.

   Konser sonunda seyircilerle tokalaşmaya başlayan Tarkan Gözübüyük'ün elini tuttuktan sonra birkaç saniye bırakmamamsa tamamen o anın heyecanından ve ona olan hayranlığımdandır. Bana bassı sevdiren adamsın usta başka ne diyebilirim.

   Bizleri selamlarlarken arkadan "sonsuz" çalması ve hep bir ağızdan hem söyleyip hem duygulanmak bambaşka bir duyguydu.

   İşin özeti eğer iyi bir konser izlemek istiyorsanız koşarak Pentagram'a gidin. Zira o günden beri kendime yeni yeni gelmeye başladım. Efsanesiniz be efsane...

Yorumlar