Gülümse Çekiyorum

(Michael Nash, Polonya, 1946)
Sonradan renklendirilmiş.


    Görmediğimiz bir şeye yok diyebilir miyiz? Peki ya gördüğümüz şey gerçekten de var mıdır? Tarih boyunca cevabını aradığımız sorulardan en çok tartışılanlarıdır sanırım bunlar. Bazısı olaya manevi bakar bu sorularda. Olay hiç manevi bakmadan da ele alınabilir aslında. Bu fotoğraftaki gibi. Bir trajediyi anlatıyor gibi duruyor değil mi? Aslında değil. Anlatayım.

    Bir ressam olduğunuzu düşünün. Zıtlığı, yok olmuşluğun yanında var olma çabasını, savaşın yanında huzuru anlatmak için nasıl bir resim çizerdiniz. Yukarıdaki fotoğrafa benzer bir resim gayet de güzel bir fikir olur çiziminiz için. Bakanlar "hmm ne kadar güzel düşünmüş, nasıl da zıtlıkları bir arada kullanmış" der ve geçer. Ama sonuçta bu bir resimdir ve ne orada oturan kişi gerçektir ne de arkadaki yıkık bina. Yalnızca hayal gücünün acımasızlığı vardır ortada.

    Şimdi ise bir fotoğrafçı olduğunuzu düşünün. Savaşta en acı katliamları, en ağır yıkımları görmüş bir ülkedesiniz. Her tarafta yıkık binalar var. İnsanların çoğu ya ölmüş ya da ölümden beter şeyler yaşamış. Böyle bir ortamda harika bir fotoğraf çekebilirsiniz. İnsanlığın savaşa, yıkıma ve umutsuzluğa rağmen hala içindeki umudunu ortaya koyan, sahte de olsa mutlu bir kare yaratabilirsiniz. Zaten bütün olay o mutluluğun sahte olmasında yatar. Güzel bir manzaranın oluşturduğu bir arka fonun önünde yaşlıca bir kadın elinde çiçeklerle acı bir gülümsemeyle poz verir. Ama bu pozu elbette ana objektife değil bir başka objektife bakarak verir. Çünkü ana objektifin kadrajında arkadaki yıkık binaların da olması gerekir. Fotoğrafa tekrar bakın.

    "Hadi canım sen de. Adam güzel an bulmuş çekmiş işte" diyeceksiniz elbette. Peki şöyle düşünün. Güzel bir manzara önünde fotoğraf çektirmek için bir fotoğrafçıya gittiniz. Ne yapar? Sizi stüdyoya alır hemen. Şimdilerde bir perde önünde fotoğrafınızı çekip manzarayı bilgisayarda ekliyorlar. Eskiden direkt manzaranın basılı olduğu bir perdenin önünde (fotoğraftaki gibi) çekerlerdi. Peki fotoğrafçının size "buyurun efendim perdeyi dışarıya taşıyalım orada çekeyim sizi" deme ihtimali nedir? Her yerdeki ışığı da gölgeyi de rahatlıkla ayarlayabilecekken neden dışarı çıkarak güneş ışığını da işin içine katar ve dahası neden malzemelerini dışarı taşır? Ayrıca o zamanlar fotoğraf makinelerinin pek de küçük olmadığını ve net bir fotoğraf çekmek için ufak da olsa bir ön hazırlık yapılması gerektiğini düşünürsek. Fotoğraftaki kadının, bizim görmediğimiz fotoğrafçıyı fark etmeme ihtimali nedir? Yok denecek kadar az değil mi? Fotoğrafa tekrar bakın.

    Peki şimdi bu fotoğrafa kurgu gözüyle bakalım. Fotoğrafçıyı başarısız ve sahtekar olarak mı görmemiz gerekir? Elbette hayır. Böyle bir fikrin aklına gelmesi bile takdir edilesi bir şeydir. Ki bize bir başka açıdan şunu da tekrar düşündürür. Bu fotoğrafta bir fotoğraf çekimini görüyoruz. Peki bu gerçek bir fotoğraf çekimi mi? Biz öyle görüyoruz diye öyle olmak zorunda mı? Arkadaki binalar gerçek evet. Öndeki olay gerçek olmasa dahi, bu kurgunun oluşturulması bile hala sanat için verilen uğraşı göstermez mi? Peki şimdi fotoğrafa tekrar bakın. İlk baktığınıza göre ne değişti? Her baktığınızda bir şeyler değişti değil mi? Bu değişimin sebebi neydi peki? Fotoğrafa farklı bir açıdan bakmanızdı değil mi? Tıpkı bu fotoğrafı çeken fotoğrafçı gibi.

Yorumlar