Rüyalardaki Pişmanlık






  Saatine baktı. İşinden çıkmasına on dakika vardı. Sunumunu kaydetti, çantasını topladı, bardağının dibinde kalan çayı içti. İçi içine sığmıyordu çünkü o gün belki de hayatının en önemli günüydü. Saçını düzeltti, kenarı dışarı çıkan gömleğini içine soktu. İş arkadaşları da çıkmak için hazırlanmıştı. Saatine baktı, artık çıkabilirdi. Herkese iyi akşamlar diledi, arkadaşları da ona bol şans diledi. Her zaman usul usul indiği merdivenleri adeta koşarak indi. Binadan dışarı çıktığından güneş batıyordu. Gökyüzünün bir tarafı alevler içinde kalmış, diğer tarafı ise okyanuslar gibi maviliklere bürünmüştü. Doğa, sanki o akşamı mükemmel kılmak için elinden geleni yapıyordu ama onun bu manzarayı seyretmek için vakti yoktu. Hemen bir taksi çevirdi. Birkaç dakika içinde evine varmıştı. Basamakları hızlı hızlı çıktı. Hemen üstünü değiştirdi. Kız arkadaşının ona önceki doğum gününde hediye ettiği parfümü sıktı. Aceleyle evinden çıktı ve aşağıda onu bekleyen taksiye bindi. Trafik yüzünden tahmin ettiğinden daha geç vardı restorana, ama neyse ki kız arkadaşı henüz gelmemişti. Elinin ceketinin iç cebine attı. Kutunun orada olduğundan emin olunca rahatladı. Biraz sonra kız arkadaşı da geldi. Önce yemek yediler, sonra biraz muhabbet ettiler. Öylesine heyecanlıydı ki daha fazla dayanamadı ve cebinden yüzük kutusunu çıkartıp haftalardır planladığı evlilik teklifini yaptı. Kız arkadaşı sevinç çığlıkları atarak teklifi kabul etti. Ayağa kalktı ve sevgilisine sarıldı. Tam o sırada yanlarına bir kemancı geldi ve en çok sevdikleri şarkıyı çalmaya başladı. Uyandı…
    Sokakta yürüyordu. Güneş tam tepedeydi, hava son derece sıcak ve bunaltıcıydı. Arabası olmadığı için yürüyerek gitmek zorundaydı. Araba alması için şu anki maaşı yeterli değildi, terfi etmesi gerekiyordu. Ama kendisi gibi satış sorumlusu olan Kerem Bey yüzünden bu pek mümkün durmuyordu. Ah Kerem Bey… Sabah akşam durmadan çalışıyor, patronun gözüne giriyordu. Terfi edenin o olacağı belliydi. Ya ondan daha fazla çalışıp patronun gözüne girecekti, ya da bir şekilde Kerem Bey’in ayağını kaydıracaktı. Bu terfi çok ihtiyaç duyduğu bir şeydi. Tam bu düşüncelere dalmışken aradığı mağazanın önüne gelmişti. Kızı burada gördüğü bir çift ayakkabıyı çok sevmişti ama o anda alamamışlardı. Bugün kızının on sekizinci yaş günüydü ve o ayakkabıları ona hediye olarak alacaktı. Kızının ne kadar sevineceğini düşündü. Kızı ayakkabıları önceden denediği için hangi numara olduğunu biliyordu. Hemen ayakkabıları alıp kasaya gitti. Güzel bir kutuya koydurdu, renkli bir paket yaptırdı. İçine küçük de bir not koymayı ihmal etmedi. Parasını ödeyip mağazadan çıktı, doğruca şirkete yöneldi. Şirketten içeri girdikten sonra masasına doğru yürürken Kerem Bey’i gördü. Harıl harıl çalışıyor, sürekli bilgisayardan bir şeyler araştırıyordu. “Bir an bile çalışmadan durmaz mı bu adam” diye geçirdi içinden. Masasına oturdu, bir yandan işleri hallediyor, bir yandan da Kerem Bey’in bir açığı var mı diye şirketin belgelerini karıştırıyordu. Akşama kadar bunlarla uğraştı. Çıkış saati geldiğinde hazırlanıp çıktı. Kızının hediyesini sıkı sıkı tutuyordu. Hava epey serinlemişti. Doğum günün yapılacağı yere yürüyerek yaklaşık yirmi dakikada varmıştı. Kızın tüm arkadaşları gelmişti, herkes çok mutluydu, her şey çok güzeldi. Eşinin yanına oturdu ve etrafı seyretti. İlerleyen dakikalarda kızının yanına gitti ve hediyesini verdi. Kızı küçük bir kız gibi sevindi ki onun gözünde o hala küçük bir çocuktu. Eşinin yanına geçti ve onunla biraz daha muhabbet etti. Birkaç dakika sonra iş yerindeki bir arkadaşından mesaj gelmişti. Çabaları sonuç vermiş, Kerem Bey’in bir açığını bulmuşlardı. Bu mutlu haberin ardından eline aldığı kırmızı şarap dolu kadehi havaya kaldırdı. Yüksek sesle “kızımın reşit olmasına” dedi. Bunun üzerine herkes kadehlerinden birer yudum aldı. Birden sağ eli titremeye başladı. Umursamadı, bir yudum aldı. Uyandı…
    Neden bilmiyordu ama içinde bir sıkıntı vardı. Yaptığı plan güzel işlemiş, terfi etmişti. Mutluluktan havalara uçması gerekirken içten içe bir endişeyle evine doğru yürüyordu. Binadan içeri girdi, posta kutusunu kontrol etti, alt kat komşuları Necdet Bey’e selam verdi, merdivenlerden yavaş yavaş çıktı. Kapıyı açıp içeri girdi. Eşi salonda elinde tuttuğu boş kahve fincanıyla oturuyordu. Normalde ne kahveyi çok sever ne de eve bu kadar erken gelirdi. Şaşkın bir şekilde işten nasıl erken çıktığını sordu. Eşi ise gayet sakin bir üslupla kendini iyi hissetmediğinden kalan işlerini evde tamamlamak için izin aldığını söyleyerek karşısındaki koltuğa oturmasını istedi. Bir anda tedirginliği artmıştı. Eşi gözlerinin içine bakarak ona iyi olup olmadığını sordu. Gayet iyi olduğunu söylese de eşi ona inanmadı. Son zamanlarda onu çok durgun gördüğünü ve bundan dolayı endişelendiğini söyledi. Artık akşamları kendisi ve kızıyla birlikte vakit geçirmek yerine ya arkadaşlarıyla bir yerlere gittiğini ya da gece yatana kadar dizüstünü bilgisayarıyla uğraştığını söyledi. Bahane olarak iş yerinde son zamanlarda çok fazla yorulduğunu söylese de bunu yüksek tonda söylediği için inandırıcılığını yitirmişti. Hararetli bir tartışmanın ardından kapıyı çarparak evden çıktı. Gecenin sonsuz karanlığında saatlerce yürüdü. Ortaköy sahiline indi. Bir banka oturdu. Boğazı seyretti. Bir an duraksadı. Bu bankı hatırlıyordu. Yıllar önce, lisedeyken her gün o zamanki sevgilisiyle gelirdi bu banka. Belki de aklını karıştıran buydu. Belki içten içe hala ona karşı bir şeyler hissediyordu. Ama bunu yapamazdı. Evliydi ve üniversiteye giden bir kızı vardı. Hatırladı. Eski sevgilisiyle bu bankta saatlerce oturmalarını, birbirlerinin gözlerine bakmalarını. Ne güzel günlerdi tam o anda yüzüne birkaç yağmur damlası düştü. Uyandı…
    Dosyalar önünde biriktikçe birikiyordu. Her şeyden bıkmıştı artık. “Böyle iş olmaz olsun be” deyip çekip gitmek istiyordu. Ama yapamıyordu. Bir türlü işine konsantre olamıyordu. Zaten eşiyle ettiği son kavgadan sonra eve de pek uğramaz olmuştu. Sadece iş hayatı güzel gidiyordu. Ama orada da hiçbir şeyden haberi olmayan patronu ve yakın dostu yardımcısından başka onu seven yoktu. Ne tuhaf bir hayat… Telefonunu eline aldı. Rehberden eski sevgilisinin numarasını buldu. Birkaç sene önce görüştükleri için yeni numarası telefonunda kayıtlıydı. Akşam buluşmak için tam mesaj atacakken durdu. “Ne yapıyorum ben” diye düşündü. Sonra tekrar ani bir karar değişikliğiyle mesajı yolladı. Yaklaşık on beş dakika sonra cevap geldi. Olumlu bir yanıt almıştı. Ne hissetmesi gerektiğini bile bilmiyordu. Bir an önce işlerini bitirip çıkmak istiyordu. İş çıkışına çok az biraz zaman kalmıştı zaten. Patronundan izin isteyip on dakika erken çıktı. Az bir süreydi belki ama beklemeye dayanamadı. İş yerinden çıktı. Az önce olduğunun aksine üstüne bir ağırlık çökmüştü. Yaptığının korkunç bir şey olduğunu düşündü. Yirmi dört sene önce bu binadan çıkışı aklına geldi. Şu anki eşine evlilik teklifine giderken ne kadar da heyecanlıydı. Şimdi ise eski sevgilisiyle buluşmaya gidiyordu. İnceldiği yerden kopsun dedi ve adımlarını sıklaştırdı. Birkaç dakika sonra sahile vardı. Eski sevgilisi onu her zaman oturdukları bankta oturmuş bekliyordu. Yanına gitti. Yüzüne baktı. Yıllar onu hiç değiştirmemişti. Elini tuttu, ayağa kaldırdı. Gözlerinin içine baktı. Tıpkı eski günlerdeki gibi sarıldı. Lisedeyken ona hediye ettiği parfümü sıkmıştı. Bunca yıldır o parfümü saklamış olduğuna inanamıyordu. Kokuyu içine çekti. Uyandı…
    Telefonuna baktı, iki cevapsız arama vardı. İkisi de patronundan gelmişti. Şirketleri için çok önemli olan bir ihaleye geç kalmak üzereydi. Geç kaldıkları taktirde son üç aydır uğraştıkları her şey boşa gidebilirdi. Arabadan indi, koşmaya başladı. Yardımcısına telefon etti, gerekirse diğer şirketlerin temsilcilerinin de geç kalmasını sağlayacaktı. Bu ihale çok önemliydi. Yirmi dakika sonra kan ter içinde ihalenin yapılacağı binaya vardı. Merdivenleri koşarak çıktı. Salondan içeri girdiğinde beş aday şirketten sadece ikisinin temsilcisinin içeride olduğunu gördü. İçinden yardımcısına teşekkür etti. Büyük bir rahatlıkla kendisine ayrılan yere oturdu. İçi çok rahattı çünkü kendi şirketi, diğer iki şirketten çok daha büyüktü, işleri artık çok daha kolaydı. Formalite gereği uzadıkça uzayan ihale sonucunda gülen taraf kendi şirketi olmuştu. Başarısı takdiri hak ediyordu. Binadan çıkıp şirket binasına giderlerken patronu maaşına zam sözü verdi. Küçük bir çocuk gibi sevinmişti, ama tabi ki de bunu içinde yaşamıştı sadece. Aklına yardımcısı geldi, o olmasa şu an çok daha farklı bir ruh halinde olurdu. Şirkete vardıklarında küçük bir kutlama çoktan ayarlanmıştı bile. Yardımcısı yeni doldurduğu bir kadeh şarabı ona ikram etti. O güne kadar hiç o kadar kırmızı bir şarap görmemişti. Adeta elinde bir kadeh kan tutuyordu. Patronu yüksek sesle onu tekrar tebrik etti ve “şerefe” diye bağırdı. Herkesle birlikte şaraptan birkaç yudum aldı. Kalabalığın arasından kiralama departmanı müdürü çıktı ve patronuyla yan yana durmalarını gerektiğini, fotoğraflarını çekeceğini söyledi. Yanına yardımcısını da çağırdı. Bu işte onun da payı vardı. Nasıl bir başarıysa artık… Acı bir gülümsemeyle poz verdi.  Flaş gözlerini kamaştırdı. Uyandı…
    Bir duvara yaslanmış yerde yatıyordu. Tam karşısında bir polis memuru elindeki feneri yüzüne tutmuştu. Fenerin ışığı gözlerini kamaştırdı, yüzünü kapattı. Telefonu çalıyordu. Telefonunun zili eski eşinin en çok sevdiği şarkıydı. Eski sevgilisinin şalını ise elinde tutuyordu. Kokladı. Hala ilk günkü gibi kokuyordu. Kucağında kırmızı şarap şişesini tutuyordu, tıpkı kızının doğum gününde içtikleri gibiydi. İnce ince yağan yağmurun altına ıslanmaya başlamıştı. Öylesine aciz duruyordu ki. Polis, kolundan tutup ayağa kaldırdı, polis aracına bindirdi. Karşı koymadı, koyamazdı. Düşündü. Eski sevgilisini unutamadığı için evliliği bir türlü eskisi gibi olmamış ve bundan iki ay önce eşinden boşanmıştı. Ailesindeki dağılma işine de yansımış hiçbir işi doğru düzgün yapamamaya başlamıştı. Patronu yaptığı küçük bir araştırmayla yaptığı haksızlıkları öğrenmiş ve işine son vermişti. Her şeyini kaybetmişti. Arabanın camından dışarı baktı. Perişan bir haldeydi ve çok pişmandı. Gözlerini kapattı. Uyanamadı…

Yorumlar